Kürsü
Fas’a bu ismi verişimizin Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma bir hikâyesi var
Follow @dusuncemektebi2
Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç Fas gezisi notlarını köşesine taşıdı.
Arap dünyasının en batı ucunda yer aldığı için, bizim Fas dediÄŸimiz ülkeye Araplar “MaÄŸrib” ismini vermiÅŸ. MaÄŸrib, kelime manası itibariyle “güneÅŸin battığı yer” demek. Fakat Ä°slâm tarihinde sadece tek bir MaÄŸrib yok. Bütün Kuzey Afrika’yı MaÄŸrib olarak adlandıran klâsik dönem Ä°slâm coÄŸrafyacıları bugünkü Mısır ve Libya’ya “MaÄŸrib el Ednâ” (Yakın MaÄŸrib), Tunus ve Cezayir’e “MaÄŸrib el Evsat” (Orta MaÄŸrib), Fas ve Moritanya’ya da “MaÄŸrib el Aksâ” (Uzak MaÄŸrib) demiÅŸler. Modern dönemde ülkeler teker teker kurulup bağımsızlıklarını ilân ettiÄŸinde, bu isimlendirmeler unutulmuÅŸ, yerlerine ulus devlet isimleri gelmiÅŸ. Fas da bizim dilimizde MaÄŸrib’in özel adı olmuÅŸ.
Batı dillerinde Fas, yine Arapça MaÄŸrib kökünden gelen kelimelerle temsil ediliyor: Morocco (Ä°ngilizce), Maroc (Fransızca), Marokko (Almanca), Marrocos (Portekizce), Marruecos (Ä°spanyolca)…
Bizim, bütün dünyanın tersine bir uygulama olarak, Fas’a bu ismi veriÅŸimizin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu döneminden kalma bir hikâyesi var. Rivayete göre, Fas Sultanlığı’nın fiilî idare merkezi MaÄŸrib’in Fes ÅŸehriyken, (Sultan Ä°kinci Mahmud döneminde) oradan kırmızı keçe baÅŸlıkları ithal etmeye baÅŸlamışız. Böylece hem o baÅŸlık ‘fes’ adını almış, hem de bütün bir bölge baÅŸkentin adıyla zihinlerimize yerleÅŸmiÅŸ. Fas’ın bizde MaÄŸrib ÅŸeklinde karşılık bulamamasının nedeni, tamamen dönemsel bir alışkanlık kısacası.
Dünyada, MaÄŸrib’e Fas diyen tek ülkeyiz. Suriye’nin baÅŸkenti DimaÅŸk’ı Åžam olarak isimlendiren tek ülke oluÅŸumuz gibi tıpkı. Basra Körfezi’ni (Araplar ‘Arap Körfezi’, Ä°ranlılar ‘Fars Körfezi’ der) bu ÅŸekilde adlandırmış tek ülke olma ‘imtiyazı’ da yine bizde. Son iki isimlendirme ÅŸekli de, Fas’ta olduÄŸu gibi, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu dönemindeki kullanım alışkanlıklarından kaynaklanıyor.
***
MaÄŸrib’i ÅŸu anda yönetmekte olan Kral 6’ncı Muhammed, ‘Alevî Hanedanı’nın 23’üncü hükümdarı. Kendilerini direkt olarak Hz. Ali’ye nispet eden ve onun ismiyle künyelenen hanedanın kurucusu, 1631’de Sahra Çölü’nün kuzey ucundaki Sicilmasa’da yönetimi ele geçiren Åžerif bin Ali. Onun oÄŸlu Mûlây RaÅŸid, 1664-1672 arasındaki iktidarı sırasında MaÄŸrib’i tek bir yönetim altında toplayan ve ülkede siyasi birliÄŸi saÄŸlayan isim olarak biliniyor. Alevî Hanedanı’nın coÄŸrafi kökeni, bugünkü Suudi Arabistan’ın Kızıldeniz kıyısında yer alan ÅŸehirlerinden Yenbû.
MaÄŸrib’in yönetim merkezini MarakeÅŸ’ten Meknes’e taşıyan Alevîlerin kudretli sultanı Mûlây Ä°smail (1645-1727), ülkenin altın çağına damgasını vurmuÅŸ bir yöneticiydi. Meknes’i tam bir saltanat ÅŸehri olarak inÅŸa ettiren Mûlây Ä°smail’den sonra gelen hükümdarların hiçbiri, onun karizma ve etkisine ulaÅŸamadı. Sonraki dönemlerde Afrika üzerinde baÅŸlayan Fransa-Ä°spanya rekabeti MaÄŸrib’e direkt ÅŸekilde tesir etmeye baÅŸlayınca, Alevîler, Fransa’nın askeri koruması altına girmeyi uygun buldular. Böylece, bugün de hâlâ somut ÅŸekilde görülen Fransız etkisi MaÄŸrib’de yerleÅŸti. Fransızlar, 1912’den itibaren fiilen kontrol altında tuttukları ülkeye 1956’da bağımsızlığını verdiklerinde, Fransız kültürü MaÄŸrib’de çoktan kök salmış bulunuyordu.
Ä°kinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kral 5’inci Muhammed ve ailesi Korsika’ya sürgüne gönderildiyse de, Fransızlar, halkın yoÄŸun desteÄŸi nedeniyle 1955’te onu geri çağırmak durumunda kaldılar. Ertesi yıl ilân edilen bağımsızlık, Kral 5’inci Muhammed’in ÅŸahsıyla özdeÅŸleÅŸti. Åžimdiki kralın dedesi olan 5’inci Muhammed, MaÄŸrib yakın tarihinin en saygı duyulan isimlerinin başında gelir.
***
MaÄŸrib’de diÄŸer Ä°slâm ülkelerinde bulunan “diyanet iÅŸleri reisi”, “müftü”, “âlimler birliÄŸi baÅŸkanı” gibi resmi sıfat taşıyan müstakil bir dinî lider yok. Tamamen kraliyetin kontrolünde faaliyet gösteren “din iÅŸleri yüksek heyeti” ise, siyasi iradenin kararlarını onaylama makamından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil.
Bu durumun sebebi, MaÄŸrib krallarının sadece siyasi deÄŸil aynı zamanda dinî lider olarak da kabul edilmesi. Alevî Hanedanı, Hz. Ali ve oÄŸlu Hz. Hasan’ın soyundan gelmekle “Åžerif” unvanını taşıdığından, onların dinî alandaki otoritesi de halk nezdinde yaygın kabul görüyor. MaÄŸrib kralları bildiÄŸimiz ya da beklediÄŸimiz anlamda “dindar” ÅŸahsiyetler olmasa bile, dinî alan tamamen hükümdarın inhisarında.
Mağrib, bu yönüyle, dinin tamamen devletin kontrolünde ve güdümünde olduğu bir ülke. Yüzyıllardır yaşanan tekke-zaviye merkezli geleneksel İslâm, halkın manevi ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmiş. Günün her vakti tekke ve zaviyeler rahatlıkla ziyaretçi kabul ederken, camiler yalnızca namaz vakitlerinde açık. Namaz aralarında camileri ziyaret mümkün olmadığı gibi, camilerde siyasi iktidardan bağımsız ders halkaları, konuşmalar, kitap okumaları vb. faaliyetler düzenlemek yasak.
Devletin dine direkt müdahalesi, bir zamanlar Ä°slâm dünyasının en verimli ilmî merkezlerinden olan Fes, MarakeÅŸ, Tanca gibi kadim ÅŸehirleri günümüzde artık turistik ziyaretgâhlara indirgemiÅŸ. Buna baÄŸlı olarak MaÄŸrib topraklarından “Ä°slâm âlimi” prototipi artık çıkmadığı gibi, ilmî eser üretimi de zayıfladıkça zayıflamış. Ä°slâmî ilimler sahasındaki akademik üretimin seviyesi de buna kıyasla tahmin edilebilir.
**
Pek tanımadığımız MaÄŸrib’in konuÅŸulacak yönü çok. Bu yazı, bilâhare vesile düştükçe yazılacak diÄŸer yazılar için bir dibace olsun.
Henüz yorum yapılmamış.